Aktör; çevresinden ve diğer aktörlerden bağımsız, otonom, kendi kararlarını alabilen ve kanun yapabilen, uluslararası sistemde hareket edebilmek için gerekli ön koşullara (tüzel kişilik) sahip olan varlıktır.
Avrupa Birliği’nin kurucuları, kurumun küresel sistemde etkili olabilecek kadar güçlü olabileceğini hesap etmeseler de ilerleyen zamanlarda bu yönde çalışmalara başlamışlardır. Bu bağlamda AB’nin ne olduğu veya olması gerektiği, mevcut küresel konumu veya küresel sistemdeki yerinin neresi olması gerektiği beraberinde önemli tartışmaları da getirmektedir. AB için geçmişte yapılan “Uluslararası bir örgütten daha fazlası ama bir ulus-devletten daha azı” tanımı çok geniş kapsamlı olmasına rağmen birliğin yapısını anlatmak için hala kullanılmaktadır.
Sürekli olarak savaşların meydanı durumunda olan Avrupa, bu durumdan kurtulmak ve istikrar sağlamak amacı ile devletler arasında karşılıklı bağımlılık ve işbirliğini arttırarak bir düzen kurma eğiliminde olmuştur. AB’nin amaçları; “bölgesel işbirliği, demokrasi ve iyi yönetim, şiddetli çatışmanın önlenmesi ve uluslararası suça karşı savaş” olarak metinlere geçmiştir. Nitekim Soğuk Savaş yıllarında da Avrupa aynı çizgide yoluna devam ederken, ABD’nin de yardımı ile Avrupa nefes almış ve ekonomik açıdan bir düzen kurmuş ve istikrar sağlamıştır. Fakat aynı başarıyı askeri açıdan sağladığını söylemek mümkün değildir. Avrupa Birliği’nin kendisine has bir askeri kanadı olmasa da birlik üyelerinin NATO üyesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, askeri kanadını kısmen NATO’nun oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Soğuk Savaş süresince önemli bir konuma sahip olan Avrupa, Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte ABD açısından önemini yitirmeye başlamış ve ABD kendi çıkarları doğrultusunda yeni bölgelere yönelerek NATO’yu da bu bölgelerde daha aktif hale getirmeye çalışmıştır. Bu süreçten sonra da NATO üyesi olan AB üyesi ülkeler arasında farklı görüşler ortaya çıkmaya başlamıştır. Nitekim ABD’nin ikinci Irak müdahalesi ve Afganistan’da terörle mücadele konusunda birlik üyesi devletler tek bir görüş etrafında birleşmek yerine iki ayrı bloğa bölünmüştür. ABD’nin Irak müdahalesine İngiltere ve Polonya, Afganistan’da ise, İngiltere, Fransa ve Almanya NATO çatısı altında destek sağlarken, Avrupa Birliği içerisinde oluşan bu bloklaşma bir süre sonra ortak politika üretme gereksinimine sebep olmuş ve bu bağlamda AB üyeleri 12 Aralık 2003’te Solano Belgesi olarak da adlandırılan “Avrupa Güvenlik Stratejisi’ni kabul etmişlerdir. Rapora göre, AB stratejisinin üç amacı bulunmaktadır: Tehditlere karşılık vermek, kendi çevresinde güvenliği tesis etmek, çok taraflı işbirliğine dayalı uluslararası bir düzen oluşturmak. Her ne kadar ortak bir dış politika üretilmeye çalışılsa da Kosova’nın tanınması ve Gürcistan-Rusya Federasyonu Savaşı sırasında birlik üyeleri yine ikiye bölünmüştür. Bunun yanı sıra birlik içerisinde oluşturulmak istenen “Avrupa Birliği Vatandaşlığı” konusunda da üye ülkelerin farklı tavır sergilemeleri, kendi özgün yapılarından ödün vermek istememeleri, 2004 yılında hazırlanan Avrupa Birliği Anayasası’nın onay sürecinde halkın olumsuz görüş bildirmesi Asle Toje’un 2008 yılında dile getirmiş olduğu “ Karar alma süreci ve alınan kararlara bağlı kalma zorluğu” ifadesini destekler niteliktedir. Askeri müdahaleler, enerji, ticaret gibi konularda hala ABD, Rusya ve Çin gibi diğer güçlere karşı sergilenen parçalanmışlık ve üyelerin ya tek başlarına ya da küçük gruplar halinde sergiledikleri farklı politikalar, bu oyuncular tarafından kullanılmaktadır ve AB’nin önemli bir küresel oyuncu olmasına engel teşkil etmektedir. Bu bağlamda yaşanılanlar göz önünde bulundurulduğunda birlik içerisinde askeri ve siyasi bir birlikteliğin olmadığı açıkça gözler önüne serilmektedir.
Birlik içerisinde askeri ve siyasi bir birlikteliğin olmamasına karşı, ekonomik temelli bir örgüt olarak kurulan Avrupa Birliği genel olarak bakıldığında, küreselleşen dünyada ekonomik bir dev haline gelmeyi başarmış bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim ABD’nin yanı sıra ekonomik olarak güçlü bir pozisyonda hatta merkez konumdadır. Bazı temel ekonomik göstergelere bakıldığında, gayri safi milli hasıla açısından dünyanın en büyük on ulusal ekonomisinden beşini (Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya) kapsadığı görülmektedir. Bu bağlamda Mark Eyskens’in 1991 yılında dile getirdiği, Avrupa “ekonomik bir dev [ama], siyasi bir cüce” ifadesi birliğin konumunu net bir şekilde gösterirken, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Dünyanın en büyük 500 şirketi içerisinde Avrupa Birliği üye ülkelerine ait 165 firmayla ilk sırada yer almaktadır. Önemli bir küreselleşme göstergesi sayılan doğrudan yabancı yatırımlara bakıldığında, dünyadaki doğrudan yabancı yatırımların yaklaşık % 47’sini Avrupa Birliği’nin gerçekleştirdiği görülmektedir. Ayrıca Avrupa, tüm yatırımlar içerisinde yaklaşık % 40 oranındaki payı ile dünyanın en büyük doğrudan yabancı yatırımı alan bölgesidir.
Avrupa Birliği için ekonomik entegrasyon ülkelerin çıkarlarına ters düşmediği ve karşılıklı işbirliği ve politikalar ile bütünleşme konusunda karlı çıktıkları için ekonomik entegrasyon daha kolay hayata geçirilmiştir. Fakat son dönemlerde yaşanılan ekonomik krizler AB üye ülkelerini de etkilemiş ve birlik içerisinde de sıkıntılara sebep olmuştur. Yunanistan’daki ekonomik kriz Eurozone bölgesi için de bir sorun teşkil etmektedir. Ekonomik gelişmişliği ile ön plana çıkan AB, bu özelliğini yitirirse uluslararası etkinliği de zarar görebilir. Bu açıdan bakıldığında AB’nin güçlü ekonomiye sahip ülkeleri birliği ayakta tutan sütunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik krizlerin yanı sıra AB’ye yeni üye olan devletlerin AB Kriterlerini tam olarak karşılayamaması ekonomik sorunları da beraberinde getirmiş, birlik için bir kambur olmuştur.
Küresel açıdan gücünü büyük ölçüde neoliberal politikalarından almasına ve küreselleşmeye sosyal alternatif olma iddiasından uzak görüntüsüne rağmen Avrupa Birliği; bölgesel bir bütünleşme hareketi olarak, kendi odağını ekonomik çıkarlardan siyasi bütünleşmeye çevirebilmiş olması açısından dünyadaki tek örnektir. Dünya üzerindeki birçok bölge, aynı dil ve hatta aynı etnik kökenden gelen milletler arasında çatışmalara sahne olurken; Avrupa, geride büyük yıkıcı savaşları bırakmış bir bölge olarak birleşebilmiş ve birçok alanda ulusal egemenlik yetkilerini ulus ötesi mekanizmalara bırakabilmiştir. Küreselleşmenin telos’u olan tamamen bütünleşmiş bir dünya düşünüldüğünde; Avrupa Birliği, bölgede barış içerisinde yaşayabilen, işbirliği alanlarını sürekli arttırma çabasında olan, devleti ortadan kaldırmaksızın siyasi açıdan bütünleşebilen halkların bir arada yaşayabildiği bir model olarak, küreselleşme penceresinden yansıyan bir umut ışığıdır.
Enes Deşilmek
Trakya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
* Bu makale ilk olarak Akademik Perspektif Dergisinin Kasım 2014 sayısında yayınlanmıştır.