Bu çalışmada, Osmanlı döneminden başlamak üzere tek tek anayasalar ve anayasalarda yerel yönetim incelenmiştir. Gerekli maddeler ve konular karşılaştırılmış, hangi anayasada yerel yönetime ne kadar önem verildiği konusu üzerinde durulmuştur. Tüm anayasalar incelendikten sonra yerel yönetim konusunda eksik bırakılan alanlar ve düzeltilmesi gerekenler ortaya konulmuştur.
Anayasa, bir ülkenin toplumsal ve hukuki kurallarını belirleyen, hakları ve yasakları yazı ile kesinleştiren, idari yapıyı belirleyen, devletin halkı elinde tutma gayesiyle, halkın devleti denetleme isteği ile meşrulaştırılmış bir belgedir. Türk tarihinin ilk anayasası olarak 1876 Anayasası (Kanun-i Esasi) kabul edilmektedir.
Türkiye yerel yönetimleri 1876 Anayasası ile hukuki boyut kazanmış, 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında da yer almıştır. Her bir anayasada yerel yönetimler konusunda farklı özelliklerin bulunmamasının yanı sıra, birbirini tamamlayacak bir nitelik de taşımaktadır.
Bu çalışmada, Osmanlı döneminden başlamak üzere tek tek anayasalar ve anayasalarda yerel yönetim incelenmiştir. Gerekli maddeler ve konular karşılaştırılmış, hangi anayasada yerel yönetime ne kadar önem verildiği konusu üzerinde durulmuştur. Tüm anayasalar incelendikten sonra yerel yönetim konusunda eksik bırakılan alanlar ve düzeltilmesi gerekenler ortaya konulmuştur.
1) YEREL YÖNETİM KAVRAMI
Yerel yönetim, sınırları belli bir coğrafyada yaşayan insanların ortak ihtiyaçlarını karşılaması ve genel refahı sağlaması amacıyla kurulmuş, karar organları seçimle iş başına gelen tüzel kişileridir. Yerel yönetimler, hizmetlerin halka en yakın birimler tarafından yürütülmesi ile halkın kendi sorunlarına, yine kendilerinin doğrudan katılımıyla çözümlerin bulunması, halkın yönetime doğrudan katılması esasına dayanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında yerel yönetimler, toplumun demokratikleşmesi için önemli mevzilerdir. “Demokrasi Beşiği” gibi sıfatlarla da anılan yerel yönetimler, merkezi idarenin gücüne denge sağlayan bir unsur olarak görülmektedir. Bunun nedeni ise; yerel yönetimlerin karar organlarının halkın kendi kendini yönetmesine imkân sağlayacak şekilde seçim sistemi ile başa gelmeleridir.Ayrıca nitelikli siyaset adamı yetiştirilmesi açısından temel kaynak olarak kabul edilen yerel yönetimler ülkesinin demokratikleşmesi konusunda en önemli belirleyicidir(Tortop vd., 2006: 24). Yerel yönetimler halkın siyasete katılma isteğini yerel boyuta çekerek siyasi hayatta tansiyonu düşürmekte ve böylece siyasi sistemin meşruluğuna önemli katkılar sağlamaktadır (Eryılmaz, 1997: 101).Yerel yönetim, bütün ülkelerde tartışmasız uygulanmakla beraber, yapıları ve merkezi yönetim karşısındaki durumları ülkelerin siyasi rejimlerine ve yönetim politikalarına göre farklılık göstermektedir.
1876’da Kanun-i Esasi ile anayasaya giren yerel yönetimlere tüm anayasalarda yer verilmektedir; dolayısıyla yerel yönetim hukuksal bir kavramdır. Günümüze kadar gelen süreçte 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında yürürlükte kalmışlardır ve her bir anayasada yerel yönetimler birbirini tamamlar şekilde ele alınmış fakat büyük değişiklikler yapılmamıştır (Kırışık ve Sezer, 2006: 5). Görev ve yetkileri anayasada belirtilen yerel yönetimler, idari vesayet denetimine tabii tutulmuş ve yerinden yönetim ilkesine uygun şekilde düzenlenmiştir.1982 Anayasası’na göre yerel yönetimler üçe ayrılmaktadır. Bunlar; il özel idaresi, belediye ve köydür.
2) TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİMLERİN TARİHÇESİ
Tanzimat’a kadar hukuki düzenlemesi olmayan yerel yönetimler, yerel hizmet sunmak için yetkilendirilmiş bazı kişi ve kurumların bulunduğu 17. ve 18. Yüzyıllarda kuluçka dönemini yaşadıktan sonra Osmanlı Dönemi’nde kadı, lonca ve vakıflar şeklinde kendini göstermeye başlamıştır. Hem belediye, hem hükümet, hem de yargı işlerinin yetkileriyle donatılmış olan kadı kentteki hukuki işleri yürütmekten, vakıfları denetlemekten ve asayişi korumaktan sorumludur (Çağdaş, 2011: 395). Kadı, Osmanlı devlet yönetiminin temel taşlarından biri olarak görülmüştür. Esnafınsa kendi arasında oluşturduğu loncalar, çarşıların temizliğinden ve kaliteli hizmet ve ürün üretilmesinden sorumludur (Eryılmaz, 1997: 36). Osmanlı’da modern anlamda idari reform çalışmaları esas olarak II. Mahmut ve Tanzimat Dönemi ile yaygınlaşmıştır (Apan, 2011: 32).
19. Yüzyıla gelindiğinde merkeziyetçiliğin ve padişahın mutlak otoritesinin sorgulanmaya başlamasıyla eski gücünü yitiren kadılar ve vakıfların yerine alternatif kurum olarak Muhassallık Meclisleri oluşturulmuştur. Muhassallık Meclisi hem vergi işiyle uğraşmakta hem de bölgenin özel ve genel sorunlarına çözüm aramaktaydı (Çağdaş, 2011: 397).Merkeze bağlı olan ve özerkliği bulunmayan bu kurumda bazı üyelerin seçimle iş başına gelmeleri, yerel yönetim düşüncesini doğurmuştur. 1841 yılına gelindiğinde kendinden beklenen amaçları gerçekleştiremediği için kaldırılan bu meclislerin yerine valilikler kurulmuştur(Koçak ve Ekşi, 2010: 297).
1855 yılında Şehremini(Şehir Emini)’nin başında bulunduğu İstanbul Şehremaneti Belediyesi’nin kurulmasıyla yerel yönetimler konusunda -dış baskılarla da olsa- ilk adım atılmıştır. Kırım Savaşı’nın ardından İngiliz, Fransız ve İtalyan komutanlar önerisi ile kurulan bu belediye Tanzimat’ında etkili olduğu Batılılaşma yolunda bir basamak olarak görülmüştür. Fakat o günün siyasi düzenine ayak uyduramayan Şehremaneti Belediyesi başarısız olmuş ve lağvedilmiştir.
1858 yılında çoğunluğu gayrimüslimlerden oluşan ve yazışma dili dahi Fransızca olan Beyoğlu ve Galata semtlerinde 6. Daire kurulmuştur. Paris belediyesinin örnek alındığı bu belediyeye mali özerklik verilmiş, daire başkanı ve meclis üyeleri merkez tarafından atanmıştır (Koçak ve Ekşi, 2010: 298). 6. Daire, Hazine yardımlarından da önemli bir gelir payı almaktaydı. Batı’ya yakınlaşma sürecinde hızlı adımlarla ilerleyen Osmanlı için bu belediye ‘reform yapılıyor’ portresinin önemli bir parçaydı.
1868 yılına gelindiğinde Beyoğlu ve Galata semtlerini içine alan 6. Daire gibi İstanbul içinde 14 tane daha belediye kurulması kararlaştırılmıştır. Bunun için Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi yayımlanmıştır. Bu Nizamname’ye göre meclis üyelerini halk seçecek, başkanları ise merkez atayacaktı(Koçak ve Ekşi, 2010: 298). Fakat öngörülen 14 belediyenin çok azı faaliyete geçirilebilmiştir. Kurulabilen bu belediyelerden ikisi zengin kesimin ve gayrimüslimlerin oturduğu Adalar ve Tarabya’ydı. Bu dönemin diğer yerel yönetim birimi olan il özel yönetimi, 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile kurulmuştur. Bu Nizamname ile eyalet yerine vilayet düzeni benimsenmiş ve köy yönetimi de düzenlenmiştir(Kırışık ve Sezer, 2006: 7). Ülke idari olarak vilayetlere, sancaklara, kazalara ve köylere bölünmüştür. 1871 yılında çıkarılan İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi ile de mahalle ve köy yönetimleri yerel yönetim niteliğine kavuşmuştur. Fakat köyler bu düzenleme ile de tüzel kişiliğe kavuşamamıştır.
1864 ve 1871 tarihli nizamnameler, 1913’te çıkarılan geçici yasa ile yürürlükten kaldırılmış, Cumhuriyet döneminde köy yönetimleri için yapılan 442 sayılı kanuna kadar yeni bir düzenleme yapılmamıştır (Ünal, 2011: 245). Ancak hizmet vermeye hükümetin izniyle devam edilmiştir.
1925 tarihli ve 1151 sayılı Bozcaada ve İmroz Nahiyelerinin Yerel Yönetimleri Hakkındaki Yasa ile bu adalarda belediye ve il özel idare teşkilatından oluşan bir yerel yönetim sisteminin uygulanmasına başlanmıştır. 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu, belediyelerin kurucu yasası olmuştur (Sakal, 2000: 124-125).
3) ANAYASALARIMIZDA YEREL YÖNETİMLER
a) 1876 Anayasası ( Kanun-i Esasi )
1876 Anayasası Osmanlı Devleti’nin ilk anayasasıdır. Dolayısıyla imparatorluk sistemi içinde oluşturulmuştur. Osmanlı’nın her konuda yabancı devlet adamlarına ve komutanlarına danıştığı Batılılaşma sürecinde bu anayasa Belçika ve Fransa anayasalarından esinlenerek yapılmıştır. 119 maddeden oluşan Kanun-i Esasi, yerel yönetimleri ilk defa anayasal metin olarak düzenlemiştir. Vilayet başlığı altında düzenlenen 108-112 maddelerinde merkezi yönetimle yerel yönetim ilişkisi ele alınmıştır (Kırışık ve Sezer, 2006: 8).
108. maddede, il yönetiminin yetki genişliği ve görevler ayrımı konusu üzerinde durulmuştur. 109. maddede, ülkenin mülki idare birimleri olarak, vilayet, liva ve kaza gösterilmiş, bu idari birimlerde seçimle oluşan idare meclislerinin ve yılda bir kez toplanan il genel meclisinin bulunduğu belirtilmiştir (Kırışık ve Sezer, 2006: 8). 110. maddede il genel meclislerinin görevlerinden bahsedilmiş, 111. maddedeyse dinsel yerinden yönetim kuruluşları olarak cemaat meclisleri ve yetkileri düzenlenmiştir.112. maddede belediyelerle ilgili düzenlemeler bulunması kamu yönetimi sistemimiz içinde ilk olma özelliği taşımaktadır (Tortop vd., 2006: 40).
Merkezi yönetimce görülen bazı hizmetlerin sorumluluğunun yerel yönetimlere devredilebilmesi ve belediye meclislerinde seçimle iş başına gelinmesi, merkeziyetçi Osmanlı Devleti’nin cesur adımlarından biri olarak sayılmaktadır. Bu iki özellik açısından demokratik sayılabilecek bu anayasada ne yazık ki yerel yönetimlere tüzel kişilik hakkı tanınmamıştır. Fakat 1877 yılında İstanbul belediyeleri için Dersaadet Kanunu, taşra vilayetleri içinse Vilayet Belediye Kanunu çıkarılmış ve belediyeler idari bir varlık olarak görülmenin yanında tüzel kişilik olarak da tanınmışlardır (http://blog.kitapindirim.com/1876-anayasasi, 2012). 1876 Anayasası’nda mali özerklikten söz edilmemişken yine Vilayet ve Dersaadet kanunlarıyla belediyelere kısmen de olsa mali özerklik hakkı verilmiştir.
1876 Anayasası birçok eksiğinin bulunmasının yanında yerel yönetimleri anayasal güvence altına almıştır. Çeşitli kanunlarla özerk bir yapı sayılan yerel yönetimler Osmanlı Devlet yapısından kaynaklanan merkeziyetçilik sebebiyle Cumhuriyet’in ilanına kadar merkezin bir uzantısı olarak görevlerini sürdürmüştür.
b) 1921 Anayasası ( Teşkilat-ı Esasiye)
Kurtuluş Savaşı zamanında yapılan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, güçler birliği ve meclis hükümeti sistemini benimsemiş, yönetim anlayışı olarak yerinden yönetim ilkesini kabul etmiştir. Kısa bir süre yürürlükte kalan bu anayasa yerel yönetimlerin gelişmesini öngörmüştür. 1921 Anayasası bir çerçeve anayasa niteliğindedir. Bunun nedenleri; Kanun-i Esasi’nin Teşkilatı Esasiye ile çelişmeyen hükümlerinin yürürlükte sayılması ve her türlü düşüncenin temsil edildiği mecliste bir geçiş döneminin etkileridir (Akın, ;3-4).
24 maddeden oluşan 1921 Anayasası’nın ilk maddesi; “İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir” şeklindedir. Yani bu maddeye göre, halk yönetime katılmayacak, bizzat ülkeyi yönetecektir (Turgut, 2011: 15). 11- 21 maddeleri yerel yönetimlerle ilgili maddeleridir. 11. maddesinde il özel yönetimlerinin sağlık, yardımlaşma, vakıf, tarım ve hayvancılık konusunda yetkili olduğundan bahsedilmişken, 12. ve 13. maddesinde il özel yönetimlerine değinilmiş, il encümeni kavramı kullanılmıştır. 14. Maddesinde valinin nasıl atanacağı ve hem temsil hem de genel işleri yürütmek üzere ikili görevi olduğu belirtilmiştir. 15. maddede ilçe yönetimi için kaymakam görevlendirilmiştir. (Özmen, 2012: 173). Son olarak17- 21 maddelerinde de üçüncü yönetim kademesi olan nahiye (bucak) konusu ele alınmış, organlarının kimlerden nasıl oluşturulacağı belirlenmiştir. Buna göre nahiye meclisi, nahiye daire heyeti ve nahiye müdürü olarak üç organ olacak, nahiye meclisleri halk seçimi usulüyle oluşturulacaktır (Özmen, 2012: 173).
1921 Anayasası kısa fakat merkezi idare, taşra teşkilatı ve yerel yönetim konularına çoğu maddesinde değinerek önem vermiş bir anayasadır. 1876 Anayasası’ndan farklı olarak illere ve bucaklara tüzel kişilik hakkı tanıyan bu anayasanın, âdem-i merkeziyetçilik anlayışını benimsemesi demokratik niteliğinin göstergesidir. 1921 Anayasası’ndan hemen sonra 1924 Anayasası yapılınca Teşkilat-ı Esasiye’nin etkileri uzun sürmemiştir. Hatta bazı hükümleri uygulamaya zaman kalmamıştır.
c) 1924 Anayasası
1921 Anayasası’nın çizdiği demokratik ve özerk yerel yönetimler anlayışının aksine 1924 Anayasası âdem-i merkeziyetçiliği de terk ederek merkeziyetçi ve vesayetçi bir anlayışla yapılmıştır. 105 maddeden oluşan bu anayasada yerel yönetimler konusu 3 madde ile sınırlandırılmıştır. Önceki anayasanın aksine yerel yönetimlerin görev ve yetkilerine açıkça değinilmemiş sadece ilkelerinden ve tüzel kişiliklerinden bahsedilmiştir.
Anayasa’nın 89. maddesinde, Türkiye’nin coğrafi ve ekonomik bakımdan illere, ilçelere, bucaklara, kasaba ve köylere bölündüğünden söz edilmektedir. 90. maddesinde illere, kasabalara ve köylere tüzel kişilik verildiği; 91. maddesinde de il işlerinin yetki genişliği ve görev ayrımı esasına göre yürütüleceği belirtilmiştir (Zeren, 2007: 37). Yerel yönetimlerle ilgili tüm düzenleme bundan ibarettir. Yerel yönetim organlarının nasıl oluşturulacağından ve belediyelerden bahsetmeyen 1924 Anayasası’nda daha çok 1876 Anayasası’ndaki ilkeler ön planda tutulmuştur.
Bu anayasada yerel yönetimlerde eksik kalan mevzuat 1924 yılında çıkarılan Ankara Şehremaneti Kanunu ve 1930 yılında çıkarılan Belediye Kanunu ile doldurulmuştur. Bu iki kanun ile Ankara ve İstanbul’daki belediyeler özel statülü kabul edilmiş, diğer belediyeler ise eşit tutulmuştur.
d) 1961 Anayasası
1960 Askeri müdahalesi sonrası yapılan bu anayasada hak ve özgürlükler güvence altına alınmıştır. 1961 Anayasası’nda yerel yönetimler 112. ve 116. maddesinde düzenlenmiştir. 112. maddesinde, “idarenin kuruluş ve görevleri merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır” denilmekte ve bu maddede yer alan yerinden yönetim kuruluşlarının neler oldukları da 116. maddede gösterilmektedir (Kırışık ve Sezer, 2006: 18). Bu maddeye göre yerel yönetim birimleri il, belediye ve köy olarak belirlenmiştir.
1961 Anayasası’yla yerel yönetimlerin kamu tüzel kişiliği tanınmış, genel karar organlarının halk tarafından tek dereceli sistemle oluşturulacağı hüküm altına alınmıştır. Anayasada yerel yönetimler üzerindeki vesayet denetimi hafifletilmiş, seçilmiş organların sıfatlarını kaybetmesi denetimi yargı organına bırakılmıştır (Özmen, 2012: 174). Belediye başkanlarının meclis tarafından seçilmesi işlemine son verilmiş, halk tarafından seçilmeleri kabul edilmiştir (Tortop vd., 2006: 41). Yerel yönetim konusunda bir yenilik yapılmış, yerel yönetim birimlerine görevleriyle orantılı gelir sağlanması öngörülmüştür. O dönemde yerel yönetimlerin gelirlerinde az da olsa artış olmasının yanında yaşanan krizler ve mali yetersizlik sonucu yerel yönetimler devletin sırtında bir yük gibi görülmeye başlanmıştır. Bu anayasada idari vesayetle ilgili bir düzenleme bulunmazken aksi de belirtilmemiş, böylece merkezi idarenin yerel birimler üzerindeki vesayet denetimine hafifletilmiş şekilde devam edilmiştir.
1961 Anayasası 1971 müdahalesi sonrası değişikliklere uğrasa da yerel yönetimler açısından değişim olmadan 1982 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
e) 1982 Anayasası
12 Eylül 1980 yılındaki askeri müdahalenin ardından yapılan bu anayasada yerel yönetimler konusunda önceki anayasalara göre daha ayrıntılı bir düzenlemeye gidilmiştir. Daha geniş düzenlemelerin bulunmasının yanı sıra yerel yönetimleri sıkı kontrol altında tutabilecek, ağır denetimleri yasallaştıran ve seçilmiş organların görevden uzaklaştırılmasını kolaylaştırıcı hükümlere de yer verilmiştir.
1961 Anayasası gibi bu Anayasada da “ idarenin kuruluş ve görevleri merkezden yönetim ve yerinden yönetim esasına dayanır “ (md. 123/2) ve “ illerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır “ (md. 126/2) hükmüyle yetki genişliği anlayışı benimsenmiştir. Yerel yönetimlerin seçimleri, Anayasanın 67. maddesindeki esaslara göre beş yılda bir yapılacaktır. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıla kadar öne alınmasına karar verebilir. Süre dolmadan boşalmalar halinde ara seçime gidilecektir. Ara seçimin ne zaman yapılacağı kanunda gösterilmiştir(Kırışık ve Sezer, 2006: 21). Bu anayasada yerel yönetim birimleri İl Özel İdareleri, Belediyeler ve Köyler olmak üzere üçe bölünmüştür ve büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimlerinin oluşturulabileceği kabul edilmiştir.
1982 Anayasası’nda merkezin vesayet yetkisi genişlemiş, anayasa görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma ya da kovuşturma açılan yerel yönetim organları ve bu organların üyelerinin görevlerinden uzaklaştırılması kararı İçişleri Bakanı’nın inisiyatifine bırakılmıştır (Koçak ve Ekşi, 2010: 302). Merkezi idare bu uzaklaştırılmayla ilgili kanunun gerekçesi olarak, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğüne uygun şekilde yürütülmesini, kamu görevlerinde birliğin sağlanmasını, toplum yararının korunmasını ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanmasını göstermiştir (Urhan, :91).
1961 Anayasası ile 1982 Anayasası karşılaştırılacak olursa;
1961 Anayasası’nda yerel yönetimlere bazı yerel hizmetlerin görülmesi için aralarında birlik kurma hakkı verilmiş fakat bunun için Bakanlar Kurulu’nun iznine gerek duyulmamıştı. 1982 Anayasası’ndaysa yerel yönetimlerin aralarında birlik kurmaları için Bakanlar Kurulu’nun izni şart tutulmuştur (Şengül, 2010: 42).
1961 Anayasası Büyükşehir belediyelerinin kurulmasına uygun düzenleme yapmamışken, 1982 Anayasası’nda büyük yerleşim yerleri için özel yönetim bölgeleri kurulabileceği hüküm altına alınmıştır.
1961 Anayasası’nda yerel yönetimlerin seçim dönemleriyle ilgili kesin ibare bulunmazken, 1982 Anayasası’nda 5 yılda bir seçim yapılması kabul edilmiştir.
1961 Anayasası’nda yerel yönetim organlarının veya organ üyelerinin anayasal bir suç işlemesi halinde görevden uzaklaştırılması yetkisi yargı organına verilmişken, 1982 Anayasası’nda bu yetki İçişleri Bakanı’na verilmiştir.
1961 Anayasası yerel yönetim seçimlerinde genel karar organlarının halkın seçimiyle oluşturulacağını belirtmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta; genel karar organı ve halk ibareleridir. Çünkü 1982 Anayasası’nda yerel yönetim seçimlerinde karar organlarının kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluşturulacağı kabul edilmiştir. Bu karşılaştırma, 1961 Anayasası’nın 1982 Anayasası’na nazaran daha halkçı olduğunu göstermektedir.
Farklardan en önemlisiyse 1961 Anayasası’nda vesayet denetimi ile ilgili bir düzenleme yapılmamış, fakat 1982 Anayasası’nda vesayet denetimi temel prensip olarak kabul edildiği gibi başka maddelerde de yerel birimleri kısıtlayıcı ibarelere yer verilmiştir.
Katı, kapsayıcı ve merkeziyetçi nitelik taşıyan 1982 Anayasası yerel yönetimlerin özgürlüklerini ve demokratikliklerini sınırlamaktadır. Önceki anayasalara göre, bilhassa 1961 Anayasası’na kıyasla bir geriye dönüş olarak nitelendirilen bu anayasa, yerel yönetimlere özerklik de tanımamıştır.
SONUÇ
Yerel yönetimler konusunda Osmanlı’dan beri devam eden merkeziyetçi anlayış, ilk anayasadan son anayasaya kadar etkisini sürdürmüş, yerel yönetimleri merkeze bağımlı kılacak düzenlemelerden hiçbir zaman geri kalınmamıştır. Bütün anayasalarda yerel birime birçok konuda karar alma yetkisi verilmemiş, verildiyse de alınan kararlar denetlenmiş, hatta gerektiğinde sorgulanmıştır. Her anayasada yerel yönetimler, merkezi idarenin bir uzantısı olarak görülmüştür. Yerel yönetimlerin hizmet ilkeleri, görevleri ve yetkileri anayasalarda açıkça belirtilmemiş, bu sorun sık sık yerel birimler arasında görev karmaşasına sebep olmuştur.
Köy yönetimi ile ilgili şu an yürürlükte olan 442 sayılı kanun 1924 yılında yapılmıştır. Türkiye’deki köylü nüfusun büyüklüğü ve yıllar içinde değişen, gelişen yapıları ve ihtiyaçları göz ardı edilmiştir. Yıllar önce yapılan 442 sayılı kanunun halen yürürlükte olması göstermektedir ki köylere gereken önem verilmemiş, değişen ve gelişen dünyanın gereklerini karşılayacak düzenlemeler yapılmamıştır.
Yerel hizmetlerin daha etkin ve yöreye daha uygun şekilde yürütülebilmesi açısından yerel yönetimlere kendi sınırlarında özerklik verilmesi gerekmektedir. Fakat yıllarca Türk yerel yönetimi konusunda artan hizmet arzı göz önüne alınmamış, yerel yönetimlere özerklik verme konusuna hep mesafeli kalınmıştır. Oysa Türkiye gibi etnik çeşitliliği geniş olan ülkelerde yöresel şartlar sık sık farklılık gösterdiğinden, yerel yönetimlere özerklik verilmeli, her birim kendi alanı içinde yöresine uygun hizmetlerde bulunması gerekmektedir.
Büyükşehir yönetimi anayasaya girdiğinden beri pasifleşen il özel idareleri, son yıllarda artan Büyükşehir Belediyeleri yüzünden ölü kurum haline gelmiştir. Hiçbir hizmette verimlilik ve etkinlikleri kalmamış, varlığından bile bihaber hale gelinmiştir. İl özel idaresi merkezi yönetimin hizmet yükünün hafifletilmesi ve yerel nitelikteki kamu hizmetlerinin etkinliğini sağlamada kullanılabilecek en uygun birimdir ve bu birimin yeniden yapılandırılması kaçınılmazdır (Eryılmaz, 1997: 30).
Yerel yönetimi merkezi idareye bağımlı kılmak için bir araç olarak değerlendirilebilecek gelir konusu, her anayasada merkezi idarenin lehine düzenlenmiştir. “görevleriyle orantılı gelir sağlanması” maddesi, slogan olmaktan öteye geçememiştir (Eryılmaz, 1997: 25). Bu madde, yerel yönetimleri mali krizden kurtarmamış, özellikle belediyelerin dışarıya borçlanmasına engel olamamıştır. Bu nedenle, yerel yönetimlere mali açıdan da özgürlüğün tanınması, bu konudaki merkezi idareye bağımlılığın azaltılması gerekmektedir.
Demokrasinin okulu diye adlandırdığımız yerel yönetimlerde, karar organlarının ve bu organların üyelerinin gerekli görüldüğü takdirde İçişleri Bakanınca görevden uzaklaştırılması ülkenin demokratikleşmesini engelleyen bir düzenlemedir. Bu uygulama yerine daha demokratik olarak, görevden uzaklaştırma işleminin yargı organı tarafından yürütülmesi gerekmektedir.
Her ne kadar yerel yönetimler üzerinde yapılacak iyileştirilme düzenlemelerinin gerekliliğinden bahsedilse de önemli olan, yerel yönetimleri merkezi idareden ayrı ve hatta merkezin gücüne denge oluşturacak bir sistem olarak kabul etmektir. Bu nedenle siyasi partilerde ve merkezi idarede benimsenen ağır merkeziyetçiliğin azaltılması, yerel yönetimlerin merkeze bağımlı olmayan özgür kuruluşlar olduğunun benimsenmesi gerekmektedir. (Akademikperspektif.com – 9 Ekim 2019 makalesi).
Neval EKİNCİ (Dumlupınar Üniversitesi, Kamu Yönetimi)