Sözlükteki anlamı islam korkusu olan bu kelime Batı insanlarının yani çoğunluğu Hristiyan olan bu toplulukların İslamiyet inancına karşı önyargılı ve onların barbar olduğu düşüncesinden kaynaklanır. İslamofobi İslamiyetin getireceği barbarlıktan korkmak anlamına gelir. Bu korku ile İslamiyet inancına sahip kişilere karşı ırkçı söylemler hatta zarar verici somut eylemler sergilenir.
İslam tarihinde kriz zamanlarında terörist eğilimler kendisini göstermiş ve bunun muhasebesini yapmak çok mümkün olmamıştır. Yüzyıllar boyu baskıcı yönetimler , İslam düşüncesinin çeşitli nedenlerle kendisini geliştirememesi, geri kalma, oluşan çaresizlik, Batının sömürüsü İslam dünyasının en önemli sorunlarıydı. İslamcılık akımının derde deva olmak için ortaya çıkışı hem kendisini örnek model olarak geliştirememesi hem de karşılaştığı yönetim baskıları, var olan gerilimi arttırdı. Bu, birlikte yaşam tartışmasını da aklı selimle çözme ihtimalini azalttı. Hem islamcılar konuya soğuk baktı hem de yönetimler çözüme darbeler yaptı.Böylesi kriz anlarında el Kaide, IŞİD gibi yapıların ortaya çıkışı kaçınılmazdı.
11 Eylül 2001 yılında ABD’de gerçekleştirilen terör eylemleri dünyanın bütün dikkatini din ve şiddet arasındaki ilişkiye çevirdi. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra İslam ile şiddet ve terör ilintisi sıkça kurulmaya başlandı. Her ne kadar Avrupa’daki Müslümanların ekseriyeti yaşadıkları ülke vatandaşlığına geçmiş olsa da ne yazık ki hâlâ “öteki” olarak görülüyor ve 11 Eylül olaylarından sonra “içerdeki tehdit ve düşman” olarak algılanıyor. Müslümanlar artık bazı kimseler tarafından Avrupa’da bir güvenlik sorunu olarak görülüyor. Avrupa’da Müslümanların “içerdeki tehdit” olarak algılanmalarından dolayı, AB Aralık 2001’de terörle mücadeleye yönelik önlemler kapsamında ‘Common Positions and Framework’ adında bir belgeyi kabul etti. Üye ülkeler de bunu kendi yasalarına yansıttı. Bu düzenlemeler sonucunda istihbarat birimleri “içerdeki yabacı düşmanları” dini profil kullanarak fişlemeye başladı. İngiltere, Danimarka, Norveç ve Almanya gibi ülkelerde Müslüman öğrenciler dahi potansiyel tehdit oluşturdukları gerekçesiyle fişlendi. Fişleme kapsamı daha da genişletildi ve Müslüman iş adamları, sivil toplum kuruluşları, dernekler ve cami cemaati mensupları da dalga dalga yayılan İslamofobi neticesinde fişlenerek izlenmeye alındı.Dünya için dönüm noktası olarak sayılan 11 Eylül 2001 yılında Amerika’ya düzenlenen saldırılar İslamiyetin terör, şiddet, köktencilik ve aşırıcılık ile anılmasına sebep oldu.Avrupa’nın gözünde de, İslamiyet geçmişte olduğu gibi bilim, kültür, medeniyetin gelişmesi ve refah gibi argümanlarla değil, maalesef terör ile bu kıtada anılmaya başlamıştır.
Fransız araştırmacı Giles Kepel’in, ‘The War for Muslim Minds: Islam and the West’ (İslam ve Batı) başlıklı kitabında, artık radikal grupların Filistin, Irak ve Afganistan’da değil Paris, Londra, Berlin ve Amsterdam varoşlarında taraftar edinmeye çalıştıklarını iddia etmesi Avrupalıların kaygılarını pekiştirdi ve Müslümanları bir güvenlik tehdidi olarak görenlerin sayısını artırdı. ‘The European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia’ (Avrupa Irkçılığı ve Yabancı Korkusunu Gözlemleme Merkezi), 11 Eylül olaylarından sonra bir çok Avrupa ülkesini izleyen bir çalışma yürüttü. Bu kurum, araştırma sonunda yayınladığı gözlem raporunda, 11 Eylül’den sonra Avrupa’da Müslüman karşıtı tutumların ve taciz olaylarının arttığını vurguladı. Raporda Avrupalılar arasında azımsanmayacak bir kesimin Müslümanlara kuşku ile baktığı ve İslam inancına mensup olanları güvenlik açısından potansiyel tehlike olarak gördükleri ifade edildi. Benzer şekilde İngiltere’de ‘Islamophobia’ başlığı altında yayınlanan iki rapor, İslamofobinin 11 Eylül’ün ürünü olmadığını, daha önce de var olduğunu göstermiştir. Bu raporlar İslamofobinin Batı ülkelerinde uzun yıllardır bulunduğunu, ancak son 20 yılda daha belirginleştiğini, daha uç ve tehlikeli boyutlara ulaştığını vurguluyor.
Küreselleşmeyle beraber bugün Müslümanlar da dünyanın dört bir yanında yaşamaktadırlar. Avrupa’da Hıristiyanlardan sonra en büyük dini grubu Müslümanlar oluşturmaktadır. 1950’li yıllarda Avrupa’da 800 bin Müslüman mevcutken, bugün 23 milyonu aşkın nüfuslarıyla Avrupa’nın %4.5’lik kesimini oluşturmaktadırlar. Her yıl 1 milyon kadar Müslüman Avrupa’ya göç etmektedir. Avrupa’da Müslümanların doğum oranları, Müslüman olmayanlara göre 3 kat daha fazladır. Tahminlere göre 2050 yıllında Müslümanların Avrupa’daki nüfus oranı %20 olacaktır. Bu sadece Müslümanların nüfus artışı değil, Avrupa’nın genel olarak kalabalıklaşması anlamına gelmektedir. Bir yandan var olan Müslüman nüfusun, diğer yandan mühtedilerin artmasıyla, Avrupalıların islamofobi algılarının yükselişe geçmesi arasında doğru orantı kurulabilir.
Müslümanlar, özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında islamofobi algısı sebebiyle birçok ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Özellikle EUMC (Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi) raporunda bu ayrımcılıklara genel olarak yer verilmiştir. Yapılan anketler sonucunda Müslümanların çalışma şartları, eğitim, barınma gibi konularda ayrımcılığa maruz kaldıkları tespit edilmiştir.
Son yıllarda Avrupa’da aşırı sağ hükümetlerin yükselişi İslam karşıtlığını körüklemiştir. Avrupalı aşırı sağ partilerin kamuoyuna hitaplarında yer alan islamofobi argümanı ön planda tuttukları kampanyaları olmuştur. Avrupa’da geri kalmış bazı ırkçı partilerin islamofobiden beslenerek yükselişe geçtiği de gözlenmektedir. Popülist muhafazakâr politikacılar islamofobiyi körüklemekte, söylemlerinde İslam karşıtlığına geniş yer vermektedirler. Fransa’da ulusal cephe lideri Jean Marie Le Pen, İtalya’da ırkçı Kuzey Ligi partisi, Avusturya’da Özgürlükler Partisi, Danimarka’da Halk Partisi, Hollanda’da Pim Fortuyn Listesi Avrupa’da yüksek oy oranına sahip aşırı sağcı, İslam karşıtı partilerden bir kaçıdır. Bu partiler özellikle 11 Eylül sonrasında Müslüman asıllı göçmenleri hedef almaktadırlar.
2006 yılında Danimarka’da başlayan karikatür krizi, Hollanda’da karikatür krizi kadar etki yaratan film islamofobinin yükselişine verilebilecek örneklerden bir kaçıdır. Genel olarak bu gibi yaklaşımlar demokratikleşemeye önem veren, farklı kültürleri içinde barındıran AB’nin imajını zedelemektedir.
Ancak diğer yandan islamofobiyle mücadele konusunda Avrupa içinde yapılan çalışmalar da göz ardı edilmemelidir. Örneğin 2010 yılında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde Müslümanların durumu tartışılmıştır. Minare ve burka yasakları eleştirilmiş, Müslümanlardan da kadın-erkek eşitliği konusunda adım atmaları istenmiştir
Siyasal İslamcı şiddet madalyonun sadece bir yüzüdür.Tehlike siyasal sorunların, toplumsal meselelerin dini ve kültürel terimlerle tartışılır olması, siyasetin yerini teolojiye, kültürel özcülüğe, dinler-medeniyetler kamplaşmasına ve bunlar arasındaki simgesel ve gerçek şiddete bırakmasıdır.
Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan İslamcı saldırı ise yine tüm Avrupa’da korku yarattı. Batı zarar gördüğü için zarar görmediği Müslümanlardan da korkmaya başladı.Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, olaydan sonra Müslümanlara tepki yöneltilmemesi çağrısında bulunarak sağduyulu bir tavır sergilemiştir, bu önemli bir algıdır. ABD eski başkanlarından Jimmy Carter, olayla ilgili Fransa’da Charlie Hebdo dergisine düzenlenen terör saldırısının İslamofobiye karşı mücadelede tedavi olabileceğini söyledi. Saldırı olayının İslam dininin gerçek ilkelerine daha yakından bakma gerekliliğini ortaya çıkardığını belirten Carter, bunun da İslamofobia’nın azalması adına bir fırsat doğurabileceğini ifade etti. Terör saldırılarından sonra tüm dünyanın basın özgürlüğü, ifade hürriyetine sahip çıkmasını anımsatan Carter, dikkatini çeken bir hususun da, birçok Müslüman liderlerin saldırıyı kınamasının olduğu, bunun pozitif dönüşümlerinin de olabileceğini söylemiştir.
Kendi kültürlerini ve dinlerini kimseyi rahatsız etmeden yaşamakta olan diğer Müslümanların da terör ve şiddetle özdeşleştirilerek tehtit olarak görülmesi, Avrupa’nın geleceği açısından da yanlış olacaktır. Çünkü Avrupa bugün demokratikleşme adına büyük çabalar göstermekte, insan haklarını ön planda tutmakta ve vatandaşları arasında çok sesliliğe kulak vermektedir. Bu sebeplerle bölgede yaşayan Müslümanları da göz ardı etmesi mümkün olmayacaktır.
Son olarak Amerika’da işlenen nefret suçunda ise; gençlerin arkadaşları Hedadja, kimseye zararı olmayan üç Müslüman gencin niçin öldürüldüğünü bilmediklerini ifade ederek, Müslümanlara bir şey olduğunda gerçek nedenin dışında her zaman başka bir sebep söylendiğini dile getirdi. Haberlere bakıldığında da ulusal medyada çok fazla yer edinmemesinden yakındı.
Bu konuda Avrupa’da yaşayan Müslüman vatandaşlara ve Avrupa medyasına da önemli görevler düşmektedir. Avrupa’daki Müslümanlar yaşadıkları bölgelere uyum sağlamalı ve İslamın hoşgörüsünü tüm hayatlarına yayarak Avrupalılar nezdindeki olumsuz intibanın silinmesine yardımcı olmalıdırlar. Avrupa medyası da Müslümanların genelini rencide edebilecek yanlı haberlerden kaçınmalı ve Avrupalıların gözünde islamofobi algısının tabu olarak derinleşmesine izin vermemelidir.Gelecekte Müslümanların ayrımcılığa maruz kalmadan bu kıtada yaşamlarını sürdürebilmeleri için, kuşkusuz anahtar kelime saygı olmalıdır.
Sonuç olarak Avrupalı politikacıların, yasalarla, yasaklarla, hiç olmazsa sokakları ayaklandırarak üzerinden siyaset yapmadığı bir düzen oluşturulması yetmez. Müslüman ülkelerin de dinini,kültürünü Batıya doğru aktarmaları için gerekli çalışmaları yapmaları gerekir. Önümüzdeki günlerde bunun güzel örneklerinden birini göreceğiz. 29 – 30 Nisan 2015 tarihleri arasında Dünya İslamofobi Kongresi Ankara’da düzenlenecektir. İslamcıların günah keçilerinin peşinden koşturmak yerine kendilerini eleştirmeye başlamaları lazım. (akademikperspektif 22 Şubat 2015 makalesidir.)
Nilüfer ÖNEN
Trakya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler